Fatih Sultan Mehmet’i övüp diğer padişahları kötülemek: Yeni Kemalist Modası
Evet bildiğiniz gibi muhalif kesimde Osmanlı’ya hücum etmek, Osmanlı düşmanlığı bir moda haline geldi. Hiçbir belgeye ve bilgiye dayanmasa da ben ne yapıp edeyim de gene de sallayayım mantığı bu ülkenin muhaliflerinde var olmaya başladı. Bunu yapmak için de başka bir padişahı kullanarak diğerlerini kötülemeye çalışıyorlar o da Fatih Sultan Mehmet. Osmanlı Tarihi bir bütündür kuşkusuz ki cennetmekan Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethederek büyük işler başarmıştır ancak bu demek değildir ki ondan sonrasını veya öncesini atalım. Osmanlı Tarihi bir süreçtir. Bu kesimin yazılarını okursanız Vahdettin’le başlayan düşmanlıkları, 2. Abdülhamid Han’la devam ediyor ondan sonra diğer padişahlara da aksettiriliyor. Temel amaç Türk ve İslam Tarihinin önemli bir bölümünü çöpe atmak. Osmanlı düşmanlığı İslam’a ve Türklüğe düşman olmaktır. Maalesef bu kara ve yanlış propagandaya halkımızın çoğu da inandırılıyor. Sırf izlediği dizilerden veya okudukları yalan yanlış kitaplara dayanarak Osmanlı’yı yanlış anlayıp kötüleme modasına girişiyorlar. Bu yazımda Osmanlı hakkında kara propagandalardan bazılarına değinmek istiyorum. Mesela ilk sorumuz Vahdettin Han hain midir sorusuyla başlayalım.
‘’ Tarihler 16 Mayıs 1926'yı gösterir. Hasta ve yaşlı olan sürgündeki son padişah Vahdettin vefat etmiştir. Haberi Türkiye’ye ulaşır. Bu haberin kendisine ulaştırıldığı sırada gözleri sulanan Mustafa Kemal yakınındakilere hitaben: ‘’Dünyanın en namuslu adamı öldü. Eğer isteseydi giderken yanındaki hazineyi götürür, o parayla öyle bir ordu kurar ve üzerimize öyle bir gelirdi ki.’’ ‘’ [1]
Evet kaynağıyla belgesiyle beraber attım. Orada bulunanlardan birisi tarafından aktarılmış. Madem hain bir padişah ise Mustafa Kemal neden gözleri sulanarak bu sözleri etmektedir ? Bu belgeler ve anılar neden gizli tutulmaktadır ? Bu ifadeler Vahdettin’in hain olmadığının bizatihi ispatı değil midir ? Hala tüm bunlara rağmen onu hain ilan etme çabası nedendir ?
İkinci bir gizlenen husus ise Vahdettin Han’ın Mustafa Kemal Paşa’yı geniş salahiyetlerle Samsun’a göndermesidir. Bunu alelade bir görev tayini ilan etmek tarihi belgeler ışığında yanlıştır.
“Yaveranı şehriyarimden Erkânı Harbiye Mirlivası Mustafa Kemal Paşaya:
Harbi Umuminin müttefikeyn hesabına ziyaı üzerine tahassül eden vaziyet-i siyasiye, ecdadı izamım mülkünü ve Makam-ı Hilâfet ve Saltanatı müşkil ve tehlikeli bir sahaya sürüklediğinden Hükümet-i Seniyemin kararı veçhile tâyin olduğunuz mıntakada asayişi temin ve maraza-i şahaneme mugayir ahvalin hudusünü men ile cümleten def-i saile bezl-i cehd-ü gayret ederek Milletimizin masuniyetini te’yid ve mülkünün eyadi-i mütearrızından tahlisi için yekvücud olarak hareket edilmesini, selâmı şahanemle ‘asker’ ve ‘memurin’ ve ‘ahaliye’ tebliğini irade ettim.”
Mehmed Vahideddin
Şimdi Falih Rıfkı Atay’ın anlattıklarından Vahdettin Han ve Mustafa Kemal’in buluşmasını okuyalım:
– “Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu. Birbirine paralel hatlar üzerine düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayına doğrulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek kafi idi. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
“Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti: ) tarihe geçmiştir.” O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla dinliyordum:
“Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin!” [2]
Kaynak: Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, sayfa 187, 188.
Bu gönderilişle alakalı yapılan tarihi değerlendirmeler ise şunlardır
ABD’li tarihçi Prof. Stanford Shaw, M. Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesi hakkında şunları yazar:
“M. Kemal’in böyle olağanüstü yetkilerle donanmış olarak silah toplamaktan daha başka şeyler için düşünüldüğü açıkça görülmektedir. Bu atamanın bir rastlantı olduğu; işgal güçlerinin ve hükümetin kendisinin ateşkese olan muhalefeti yüzünden Istanbul dışına çıkmasını istedikleri ve o sırada tek boş yerin bu görev olduğu ileri sürülmüştür. Daha başkaları bu görevi, başarısız olacağı ve ününe leke sürüleceğini düşünerek rakiplerinin sağladığını söylemişlerdir. Oysa Harbiye Bakanlığındaki üstlerinin ve bir olasılıkla sadrazam ve padişahın kendisinden direnişi örgütlemesini beklemiş oldukçarı açıktır.”[3]
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci de Sultan Vahideddin’in M. Kemal’i gizli bir maksad için Anadolu’ya gönderdiğini yazmaktadır:
“Suriye’den ordusu bozulduğu için Istanbul’a kaçan ve o sıralar açıkta olan M. Kemal Paşa, Damad Ferid Paşa hükûmeti tarafından 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla vâlileri bile azledebilecek fevkalâde salâhiyetlerle Anadolu’ya gönderildi. Hükûmetin kasasında bulunan üç-beş kuruş tahsisat kendisine teslim edildi. Vâli ve kaymakamlara da paşaya her türlü yardımda bulunmaları emrolundu.
Görünüş böyle idi. Padişahın gizli bir maksadı daha vardı. Aynı zamanda Anadolu’da müdafaa-ı hukuk cemiyetleri kuruluyor; halk işgale direniş çareleri arıyordu. Padişah, onların güçlü düşmana karşı zafere ulaşacağını tahmin etmiyordu. M. Kemal Paşa vasıtasıyla bu hareketi tek elden teşkilâtlandırmayı ve böylece elinde düşmana karşı bir koz tutarak daha ehven şartlarla sulh yapmayı umuyordu.” [4]
Tarihi değerlendirmeler ışığında Vahdettin Han hakkında atılan iftiraları önce Allah sonra tarihin vicdanına bırakıyorum. Abdülhamid Han meselesine de değinmem gerekirse ‘toprakları kaybetti’’, ‘’istibdat’’, ‘’kızıl sultan’’ tabirleri muhalif cenahlarca çokça kullanılmaktadır. Halbuki 2. Abdülhamid Han Meşrutiyet padişahıdır, yani 93 harbi olduğu sırada yetki tamamen onda değildir. Hatta kendisi de savaşa giriş taraftarı değildir. Fakat o dönemin paşaları böyle bir karar almıştır. Abdülhamid Han her zaman denge siyasetinin savunucusu olmuştur bunu savaştan sonraki yıllardaki dış politikasından görüyoruz. 93 Harbi’nde alınan hezimetin tüm yükünü padişaha yükleyip diğer herkesi temize çıkarmak yanlıştır. 93 Harbi tamamen o dönemin siyasallaşmış, emirleri dahi düşmanlık ettiği paşa yükselmesin diye ulaştırmayan asker grubu yüzünden baştan kaybedilmiş bir muharebedir. Böyle bir muharebenin sonuçlarından dolayı girilmesine taraftar olmadığı, savaşın yönetiminde dahli olmayan bir padişahı suçlanması vicdansızlıktır. O toprakları Meşrutiyet diyerek Osmanlı’yı karıştıran paşalar kaybetmiştir ve suç 2. Abdülhamid Han’ın üzerine kalmıştır. Yazımda da belirttiğim gibi Osmanlı Tarihi iyisiyle, kötüsüyle bir bütündür. Eleştirilebilecek yönleri de vardır elbette. Ancak tarihin bir bölümünü tamamen kesip atmak, yalan yanlış belgeler uydurarak iftiralar atmak tarihçiliğe sığmaz. Vahdettin Han ve Abdülhamid Han üzerinden Osmanlı düşmanlığı aşılayıp Fatih Sultan Mehmet’i övenler aslında Fatih Sultan Mehmed’i de sevmezler. Eminim onu da sırf tepki çekmemek adına söylemektedirler.
Kaynakça:
1- Murat Bardakçı, Şahbaba, H. Suphi Tanrı Över’den naklen, Fethi Sami Baltalimanlı ile ilgili belgeler bölümü
2- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, sayfa 187, 188.
3- Stanford J. Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı Imparatorluğu ve Modern Türkiye, cild 2, Tercüme eden: Mehmet Harmancı, 3. Baskı, E Yayınları, Istanbul 2010, sayfa 405.
4- Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Osmanlı’nın Çöküşü, Timaş Yayınları, Istanbul 2014, sayfa 92, 93.